PAYLAŞIMIN YENİ ADRESİ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

PAYLAŞIMIN YENİ ADRESİ

ÇaKaL - HaSaBo - DJNeFReT
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Knight Online Hikayesi Bölüm 2

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
DJNeFReT
raperraperraper
raperraperraper
DJNeFReT


Mesaj Sayısı : 22
Yaş : 30
Nerden : Kocaeli
Kayıt tarihi : 27/11/08

Knight Online Hikayesi Bölüm 2 Empty
MesajKonu: Knight Online Hikayesi Bölüm 2   Knight Online Hikayesi Bölüm 2 Icon_minitimeCuma Kas. 28, 2008 10:31 pm

Bölüm II : Pianna Savaşçıları
Yıllar sonra insanlık altı büyük krallığa bölündü.. Çöllerin akıncıları Hellsgarem, Çelikten gemileri ve limanları ile Buegrant, Arrdeam'ın beyaz şehri, Muhteşem ormancıları ile Planisad Ticaretin merkezi Brisbia ve Batı sahilinde El Morad.

Yaratılış, kırılgan bir seydi. Patos ve yeni Patos-Cypher mevcudiyeti arasında yaşananlardan sonra Carnacta kademe kademe değişiklikler olmaya başladı. Başlangıçtaki değişiklikler önemsizdi, çiçekler yavaşça soluyorlardı, mevsimler önceden tahmin edilemiyordu ve sular bazen paslanmış gibi kahverengiye dönüşüyordu.

Bu tür ufak tefek şeyleri insanlar sadece gözlemliyordu ancak “Olay” diye ilan edecek bir durum yoktu.Bunları Cypher'da yapmıyordu zaten, o kendisi ile ilgili yeni konuları incelemekle meşguldü.

Acaba Patos yeniden mi canlanmıştı?

Bu defa Carnac’ın her yerinde tuhaf yaratıklar dolaşmaya başlamıştı. Başlangıçta bunları zarar verebilecek vahşi kurtlar, ayılar olarak düşündüler fakat değillerdi, değişik yaratıklardı ve yıllar geçtikçe değişiklikler büyüdü de büyüdü. Bazılarının taşa dönüştüğü görüldü, bunlardan kötüsü arkadaşlarına büyü yapılanlar oldu ve şimdi bildikleri ve anladıkları ölüm seviyesinin ötesinde canlanmış cesetler ortaya çıktı.

Bu cehennemi yaratıklar sayıca öyle çoğaldılarki, insan şehirleri ve onların etrafına çevrilen yüksek kale duvarları ve surlar bile yaratıkları geri püskürtmeye yetersiz kalmaya başladı.

Yiyecek stokları tükendiği için ilk yıkılan krallık Planised oldu. Kısa süre içerisinde Brisbia ve Arrdeam devrildi. Kanlı Barbarların krallığı Hellsgarem bile duvarların yıkılarak krallığın yok olmasını engelleyemedi. Canlı kurtulan azınlık, kendi krallıklarından sağ kurtulmayı başaran Buegrants’ların gemileri ile deniz üzerinden El Morad’a kaçtı.

El Moradın yöneticisi Kral Manes, göçmenleri hiçbir ön yargı göstermeksizin kabul etti ve orduda görev almalarını sağladı. Henüz saldırı yaşamayan şehrin etrafını desteklemek ve kuvvetlendirmek için yeni siperler ve mazgallar inşa ettirdi. Saldırganlar gelmeden önce ihtiyaçlar temin edilerek stoklandı, silahlar güçlendirildi, zırhlar cilalandı. Eğer El Morad yıkılırsa, yeni düzen oluşturmak için, krallığa ve El Morada bağlı sadakatli siviller tespit edilerek kaçış yönleri ve planları hazrılandı.

Olaylar öyle gelişmişti ki, El Morad artık insan neslinin en son kalesi durumuna gelmişti. Eğer o da yıkılırsa, insan soyunun yeniden türemesinin önü kesilmiş olacaktı.

Çok geçmeden yaratıkların saldırıları başladı. Başlangıçtaki dağınık ve düzensiz ataklar, savunmacıların başarılı defansı sayesinde geri püskürtülüyordu ancak saldırılar her geçen gün artıyor ve sürekli yineleniyordu. Bu saldırılar yedi yıl boyunca sürdü. Kral Manes, yedi yıl boyunca halkının çektiği acı ve sıkıntılara karşı kör ve sağır duran tanrılara sürekli dua etti.

Eğer ilk iki yıllık saldırılara alışan ve savaştaki tarz ve yöntemleri ile başarılı olan El Moradlılar, cesaret edip surların altında tüneller açarak dağların arasına giden yollar yapmasalardı, bu hikaye çok kısa sürecekti.

Dağlara kazdıkları tüneller boyunca metal madenleri buldular ve bunlarla daha fazla silah yapıp, mevcut silahlarını geliştirdiler. Yiyecek büyük sorun olmaya başlamıştı ancak tünellerden dağların arasındaki ormana bant yaparak, ağaçları işlediler ve El Morada getirdiler, kazanılan arazide yeterince ürün ekip yetiştirmeyi başardılar.

Üçüncü yılda, tecrübeli askerler bu yaratıkları avlayıp öldürmeye başladılar. Küçük gruplar halinde partiler oluşturarak, ana gurubun dışında gezinen nispeten zayıf yaratıklara arkadan saldırıyor ve öldürüyorlardı. Bu savaşçılar geri döndüklerinde birçok zafer ve macera hikayeleri de getiriyorlardı.

Kısa süre içerisinde birbirinden bağımsız hareket eden bu partiler, kendi içlerinde organize oldular ve Pianna Şövalyeleri ortaya çıktı. El Morad'dan bağımsız yaşayan bu şövalyeler hayatlarını işlerine adamışlardı. Bazıları büyü sanatlarını ve güç vermeyi bile öğrendiler.

Yedinci yılın son gününde, hiç beklenmedik tuhaf bir şey oldu. El Moradın her yanına kırmızı bir yağmur yağdı. Uzaktan koyu bir yeşil sis perdesi gittikçe yaklaşıyordu. Bir uyarı yankılandı ve yıllardan sonra ilk defa herkes kaçmak için kapılara koştu ve ilk defa bu kadar korkmuşlardı.

Kral Manes, kendisini duyacak herhangi bir tanrı için yine dua ediyordu ve bu defa Cypher'ın görüntüsündeki Patos yanıt verdi.

Manes “Uzun yıllardır sürekli sana yalvarıyorum, neden şimdiye kadar bekledin?” diye bağırdı.
“Gerek yoktu” diye cevap geldi.
“Hergün insanlarım ölüyor bundan daha gerekli ne olabilirdi ki?” dedi Manes.
Yine “Gerek yoktu” yanıtı geldi.
Kral kurtarıcıya yalvarması gerektiğine karar vererek “ Senin gücün var, sadece kullanman yeterli biz senin alçakgönüllü hizmetkarlarınız. Tam şimdi bizi kurtarabilirsin”
“Bugün hizmetçilerin akıbeti yok artık. Sonun yaklaştığı anda kendimi göstermek istedim. İsteseydim gururlandığım bu yıkımı sahip olduğum güçle ta başlangıcında durdurabilirdim.”
Kral öfke ile doğrularak kılıcını sesin geldiği yöne doğrulttu ve haykırdı “ Sen bir tanrı olabilirsin Cypher ancak kolayca yıkıp geçemeyeceksin. Eğer bize yardım etmeyeceksen, sende bizimle aynı sona katlanacaksın.”.
Fakat Patos çoktan gitmişti bile.

"Konsül üyelerinden birisi, alnından akan teri silerken “ Yapabileceğimiz bir şeyler olmalı diyordu”.
Onun hemen yanındaki diğer bir üye esnemesini gizlemeye çalışıyordu. Vakit öğleden sonra olmuştu. Lordlar ve liderler Cypher’ın göründüğü gece yarısından bu yana tartışıyorlardı.

Bir Planisadian lordu ayağa kalkarak, yaklaşan koyu yeşil sisten kaçmak için yaptığı planı tekrarladı. Sisi keşfe gidenlerden hiçbiri dönmemişti ve ona göre koşulları yeniden değerlendirebilmek için öncelikle kaçıp uzaklaşmaları gerektiği idi. Sis hızla yaklaşıyordu ve herkesin kaçıp uzaklaşması günler alacaktı.

“Hayır, kalacağız ve direneceğiz, sonrada Cypher’ı öldüreceğiz böylece her şey yoluna girecek” diye gürledi elleri ile okunu okşamakta olan yan taraftaki Erenion lideri, “Yeterince kaçtık”.

Konsül gürültü ve yaygaraya boğuldu, daha önce de birçok uçuk öneriler getirenler olmuştu ancak böyle bir çözüm herkesi hayrete düşürmüştü.

Birisi haykırdı “Sen delimisin? Cyhper bir tanrı. “ “Gerekirse burada kalacağız ancak Cypher'a karşı savaşmayacağız”

Oda birden sessizliğe büründü. Kalmak ancak savaşmamak ? Sonra ne olacaktı ? Sadece ölüm ?

Kral Manes sükunetle konuştu “ Pianna Şövalyelerini çağırın”.

Bazıları Kralın aklını yitirdiğini düşündü, bazıları da aslında Cypher’ın kralla konuştuğuna inanmamaya başladı.

Pianna Şövalyeleri bütün popülerlikleri ile kale kapısının önüne doğru at sürdüler. İşte herkesi koruyacak efsanevi kahramanlar buradaydı. Yeni dizayn edilmiş zırhları ve parlak silahları içerisinde, eski kahramanlık kitaplarından canlanıp gelmiş gibi görünüyorlardı. Hiç kimse onların kaybedeceğini düşünmüyordu.

Yaklaşık ikiyüz güçlü asker, efsane haline gelen Camdan Abidenin bulunduğu yöne doğru Cypher'ı bulmak için at sürdüler. Önlerinde hiçbir rehber olmadan, insan yerleşimi kalmamış çılgın topraklarda at sürdüler. Ormanların içerlerinde önlerine çıkan her yaratığı öldürerek ilerlediler. İçlerinden tek bir tanesi bile kaçamadı. Gece karanlığında gelip zarar vermesinler diye uyku bile uyumadılar.Fakat bir gece aşırı bir yorgunluk dalgası hepsini kapladı ve derin bir uykuya daldılar.

Rüyalarında bir vadinin kenarındaki bir alanda bir sürü insan gördüler. Başlangıçta insanların görünüşleri mutlu gibi geldi ancak yanlarına yaklaştıkça o insanların yüzündeki umutsuzluğu, yorgun bakışları ve ruhlarındaki mutsuzluğu gördüler. Halbuki rüyalarındaki bölge gayet huzurlu ve abidenin camından yansıyan gökkuşağını yansıtan ışıklar sayesinde apaydınlıktı. Tan yeri ağarırken gerçekler ortaya çıktı, Cypher’ın ini de oradaydı ve bütün o insanlar ona tapmaya gelmemişlerdi, onun esiri olmuşlardı. Abide ise, onların bilincini yutan siyah bir taşa benziyordu. Yapıya yaklaşınca kendilerini insanlara bakarken hissettiklerinden daha kötü hissettiler ve birden bir kol uzanarak görüşlerini kapattı.

Rüya sona ermişti ancak gün doğana kadar yattıkları yerden kıpırdayamadılar.Gördükleri rüya yüzünden etkilenseler dahi, kararlarından en ufak bir eksilme olmadan ve kendilerini neyin beklediğini bilerek batıya doğru at sürmeye devam ettiler. Akıllarında ve kalplerindeki ayetten bir dua ile;

Uzun süre Unutulmuş
Biz senin çocuklarınız
Uzun süre Unutulmuş olsan dahi
Bizi Terk etme

Daha önce hiç hissetmedikleri gibi bir şevkle rüzgar gibi batıya doğru at sürmeye devam ettiler. Günlerce hiç durmadan ilerlediler, ne onlar nede atları açlık veya yorgunluk hissetmediler. Gözleri bir işaret yakalayana kadar hiç durmadılar.

Elmas gibi ışıklar saçan Devasa bir Abide millerce ötede duruyordu. Daha önce gördükleri rüya bile onları böyle bir manzara ile karşılaşınca düştükleri hayrete hazırlamamıştı. Atlardan birinin kişneyerek bağırması, onları bu hayretten uyandırdı ve tekrar devam ettiler. Ertesi gün şafak vakti abideye ulaştılar ancak sanki önlerinde geçilemez bir bariyer vardı. Görünürde hiç bir şey yoktu ancak atlar görünmez bir çizgiden öteye gitmeyi reddediyorlardı. Binicileri aşağı inip çektikleri halde ilerlemeyi reddediyorlardı. Sonunda atları bırakarak ilerlemeye karar verdiler fakat onlar da ilerleyemediler. Öğlene kadar uğraşmalarına rağmen hiçbiri o görünmez engeli geçemedi fakat arazinin yapısı gittikçe değişiyordu.

Ağaçlar ve çimenler kapanan zarflar gibi göz önünde katlanarak yok olmaya başladılar, zemin birden kurudu ve ve toprakta çatlaklar oluşmaya başladı ve birden çatlaklardan birisi genişçe bir yarığa dönüşerek şövalyeleri içine çekti.

Birçoğu yaralandı, bazıları ise hayatını kaybetti fakat çoğu kurtuldu ve kurtulanlar kendilerini etrafında daha önce hiç karşılaşmadıkları türden yaratıkların çevirdiği büyük bir mağaranın ortasında buldular. Önlerindeki uzun ve kol yüksekliğindeki sarkıtların altında ise Cypher'ın ta kendisi duruyordu. Onu tanımıyorlardı ancak karşılaştıklarının kim olduğunu tahmin ediyorlardı.

Bir baş hareketi ile, Pianna şövalyeleri her yana saldırdılar. Güç veren büyücülerini, sihirbazlarını ve yaralıları ortalarına alacak gibi bir halka oluşturdular. Savaşçılar dövüş sanatında ustaydılar ve 7 yıl boyunca hayvanlara karşı verdikleri onlarca savaşta sadece bir kardeşlerini kaybetmişlerdi fakat savaş alanındaki sayıdan daha azdılar ve göründüğü kadarı ile düşmanları yorulmak bilmeyecekti.

Elliden daha az sayıya düştüklerinde, yaratıklar saldırmayı bıraktı ve geriye çekilerek Cypherin şövalyelere doğru ilerlemesine olanak sağladılar.

Şövalyeler Cypher'ın gerçek yüzünü ilk defa gördüler. Devasa yapısı dışında yaşlı bir adama benziyordu. Rivayetlerdeki gibi acımasız bir savaşçı görüntüsünden çok uzaktaydı.

”Hoşgeldiniz, Pianna Şövalyeleri, yorulmuş olmalısınız” diye alay ederek konuştu.

Şövalyeler cevap vermek yerine kılıçlarını sıkıca tutarak seçtikleri hedeflere doğru kaldırdılar ve dosdoğru üzerlerine saldırdılar. Sihirbazlar onlara ateş ve yıldırım ile eşlik etti ve bu saldırının ödülü olarak birkaç yüz yaratığı öldürdüler.

Cypher sadece yaratıklarının acımasızca öldürülüşünü seyretti.

Şövalyeler çoğu adamlarını kaybettiler ancak her şey sona ermişti. Tek bir yaratık bile ayakta kalmamıştı. Mağaranın zemininde, kendi kanlarından oluşan bir gölde yatıyorlardı. Hemen Cypher'ın etrafını çevirdiler.

Fakat bir tanrıyı basit büyüler ve fiziki güç ile yenmeyi düşünmek saf aptallık demekti. Cypher de bunu bildiği için sakin ve korkusuzdu.

Hali hazırda, arkadaşlarının cesetleri kıpırdamaya başlamıştı. Yakında tekrar ayağa kalkacaklardı fakat karşısındaki kişi arkadaşımı veya kardeşimi anlayamayacaktı.

İlk zombinin elleri kılıcı kavradığı anda, hayattaki şövalyelerin aklına birden o dua geldi. Sebebini bilmeden duayı haykırmaya başladılar

Biz senin çocuklarınız
Uzun süre Unutulmuş olsa dahi
Bizi Terk etme

Ölen arkadaşları dirilip ayağa kalktıkça ve silahlandıkça, Pianna şövalyeleri daha önce hiç hissetmedikleri bir korkuya kapıldılar, buna rağmen haykırmaya devam ettiler.

Biz senin çocuklarınız
Uzun süre unutulmuş olsan dahi
Bizi Terk etme

Gittikçe güçlenen haykırdıkları bu cümleler mağara boyunca ilerledi ve tarih öncesi duvarlarda yankılanarak sarkıtları titretti. Daha fazla ayet döküldü ağızlarından

Seninle birlikte olan yine biziz
Sen bizi duyabilirsin
Yalvarışlarımızı duy

Cypher onların bu dualarını önemsemeden alayla izlerken, mağaranın tavanı sarsılmaya başladı ve tavandaki granitler kahramanlarmızın üzerine döküldü, birden fazlası düşen granitlerin altında ezildi. Onlar halen devam ediyordu.

Bu bir son.
Geri dönmek istiyoruz
Bizi evimize ulaştır.

Şimsek gibi bir ışık cennetten fırladı. Logos, yaratıcı tanrı güçlü yayını çekti ve geçmişten bu güne söylenen uzun duaların verdiği enerji ile yüklü oku fırlattı. Ok yıldırım gibi bulutların arasından indi ve Cypher'ın omuzlarının üzerindeki mağaranın tavanını geçerek Cypher'a saplandı.

Logos kutsamış olmasaydı, okun parlaklığından hepsi kör olacaklardı. Cypher yani Patos artık yoktu. Sadece ölmeden önceki zayıf final çığlığı titredi mağaranın içinde.

Çok yumuşak, çok net ve sevgi dolu bir başka ses dedi ki..

"Evinize hoşgeldiniz"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://mekaninburasi.yetkinforum.com
 
Knight Online Hikayesi Bölüm 2
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mu Online Hikayesi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
PAYLAŞIMIN YENİ ADRESİ :: OYUNLAR :: Knıght Online-
Buraya geçin: